8 Ekim 2009

DUA

Yanıtsız sorular... İçimi kemiren o yalan sözler...
Gözlerimi açtığımda bozulacağını bildiğim büyü bedenimde bir sihir gibi dolaşırken gerçeklik bakışlarımın ardındaydı...

İnsan yanılgılarının sancısı, karın boşluğunda kalan o yumru ile devam ederken hayata süslü gülüşlerin, perçinlenmiş yalnızlıkların girdabında dönüp duruyor...
Açık kalan pencereden sızan ışık aydınlatmasa da ruhunu insanın sessiz bir tebessümün isimsiz kahramanı oluveriyor...
Gözlerinizi yumup geceye merhaba dediğinizde yıldızlar avuçlarınızı içine dolmasa da, ellerinizi yakmasa da, içinizde bir yerde öylesi bir tutkunun belirsiz yansımasını oluşturuveriyor…
Umut oluyor…


Zaman en çok inandığım sen, acıyı dindir, yüzü güldür…
Acıyı ver ona, yüzünü soldur…

21 Ağustos 2009

SERZENİŞ

ki özlemler dinmiyor hiç... hayat günün orta yerinde kesiyor selamı sabahı... ve can cekişiyor butun kelimeler... içi acıyor yüzü gülsede insanın...

10 Temmuz 2009

AYNI HİKAYE


Ne çok zaman olmuş ne de çabuk geçip gitmiş...
Anlatacak öylesi çok şey varken susmanın en doğru karar olduğunu bilmek ise garip...

Yanlış çok, doğru hiç yok...
Hayat, önümdeki yol, karşım da ki sen, bedenimde kollar, dudaklarımda dudakların, gözlerimin boşluğunda gözlerin, bakışların, dokunuşların...

Heyecansız bir son...
Suçu yok tutkunun...
Sebepsiz sevişmenin günahı yok!
Yitip giden saygının artık hayatımda yeri yok!
Yeni bir elveda değil ama yeni bir başlangıç denebilir...
Deftere yazılmış, boyalı kalemlerle süslenmiş kenar süslerinin gölgesine yaslanılmış sessiz bir susuşla izlendin...
Cümlelerine güldüm...


Dip not: Bana yinemi hüzün demeyin hüzün yok... İnsanların suyu çıkmış ben ne yapayım... Yalan parmak uçlarımıza iliştirilmiş imza olarak kalmış...
Ben derim ki ben inandım siz inanmayın... Erken söylenen sözcüklerden kaçın...
İnanmayın...
İnanmak istemeyin...
İnsan hep yalnız, kalabalıkların kuytusunda bile yalnız...

13 Haziran 2009

BİR SÜRE DAHA...

Sessizlik...
Gidiyorum uzak bildiğim bir yerin kuytusuna kendimi yenilemek adına kısa bir elveda...
Dilim lal, yüzüm yitik...

Hoşkalın...

7 Mayıs 2009

SUSUŞ!

Konusmak gelmiyor içimden...
Sessizliklerin golgesinde savurdugum duslerin sancısı ile atıptutuyorum hayatın kör kuyusuna!
Adın gecmiyor aklımdan!
Yazgısız sonların, telaşlı sevişmelerin, dipsiz kuyuların, susuz yazın son demindeyim...
Zaman pullanıp savruluyor üzerimize...
İçimde acı, yüzümde solgun bir anın izleri yürüyorum öylesine...

15 Nisan 2009

YÜZÜME TOKAT!

Yüzümde tokat!

Gerçekliğini kazandığın boyut, şaşkın yüzler ve tümcesiz kelimeler… Aklımda esen kaçak bir dövüşün rövanşı… İnsan ne soysuz!

Aklım almıyor bazen hiçbir zaman almadı aslında… Hiç kötü olmadım demiyorum muhakkak kırmışımdır birilerinin içinde bir yeri ama bilinçli olarak kimseyi incitmemeye özen gösterdim bunca zaman… Hep seven oldum, sevmekten hiç korkmadan… Aklımdan çok şey geçirdim, içimi kemiren bir şeyler hep var oldu ama ben onların ruhumu kuşatmasına hiç izin vermedim…

O kadar çok şey var ki yazacağım ama bir o kadar da az şey ele avuca dolmayan bilindik hikâyeler beklide... Aldatılan kadınlar, bilgiç adamlar, soysuz insan siluetleri, kahraman savaşçılar, arsız sevdalılar, doymayan insan dölleri…

Bir kez daha başardınız (şak şak şak) bütün saygımı ve güvenimi yok etmeyi…


Yaşadığımız şu günün kalıntıları!

Sonradan eklentidir(dip not) : Bu bir öfke yazısıdır!

BELKİ BİR GÜN YENİDEN DOĞARIM

Söylemeyi unuttuğum sözlerin ve yazmayı unuttuğum cümlelerin ardından şimdi o pencerenden dışarı bakmaktayım…
Parlayan güneş, fısıldayan insan sesleri, çocuk gülüşleri, karnı aç sokak kedilerin miyavlamaları… Hepsi güne merhaba derken ben günden uzaklaştığımı fark ediyorum bir kez daha… Uzun zamandır, sesinin odamın duvarlarından silindiği o andan itibaren yok olan hayatın şimdi içime işlemesine izin vermem gerektiğini fark ediyorum…
Bir şeyler yapmalıyım!
Belki uzun uzun yürümeliyim ya da soluksuz kalana kadar koşmalı ve nefessiz kaldığım o yerde yığılıp öylece kalmalıyım ya da bağıra çağıra ağlamalı, avazım çıktığınca çığlık atmalıyım… Belki birilerine yardım etmeliyim ya da bir çocuğu mutlu etmeliyim, uçurtma uçurmalı sonra hayranlıkla gökyüzü seyre dalmalıyım… Belki bir ağacın gövdesine sırtımı yaslamalı ve yeşile doymalıyım… Bir sabah uyanmalı ve tebessüm etmeliyim… Ansızın yeniden doğmalıyım!

Kendi içimde düşüncelere daldığım, kendi seyrimde yolculuk yaptığım bu öğle sonrasında kendimle yüzleşmeli ve bütün her şeyi bir kez daha geride bırakmalıyım…

Aynaların, duvarların, başucu kitaplarımın, kulağımda tınısını bırakan kadının, ruhuma esir alan dansın, bir gece aralığında bedenime dolanan elin tadını çıkarmalıyım… Dudaklarımı kırmızıya boyamalıyım, parfümler sürmeli yeni iç çamaşırları ile kendi kadınlığımı yeniden keşfe dalmalıyım… Daha çok okumalı ve bütün biriktirdiklerimi yazmalıyım…


Kendi kendime konuştuğumu fark ediyorum ne kadar zamandır bu pencerenden dışarı baktığımı düşünmüyorum bile. Sadece içimde geçirdiğim her şeyi kendime tekrarlıyorum. Aklıma kazıdığım isimleri hafızamın en ücra köşelerine kilitleyip bütün sessizliğimden arınıp kendimi kalabalığın orta yerine atmak için deliriyorum adeta… Alelacele giyinip soluğu günün orta yerinde şehrin en kalabalık viranesinde alıyorum… İnsanları, yüzleri izliyorum… Seslerini dinliyorum, kokularını duyuyorum… Hepsini birbirinden ayırıp sonra yeniden birleştiriyorum… Çirkinler bu tarafa derken güzelleri başka bir tarafa ayırıyorum her şeyden önemlisi tebessüm ediyorum hem de zorlanmadan kendi kendime gülüyorum… Mutlu olduğumu hissediyorum ve şunu anlıyorum her şey içimizde! Saklandığımız o kuytudan bizi hep selamladığını fark ediyorum… Hayat kendi ellerimizin içinde tutuğu bir gerçek olmadığını anlıyorum ve onu sadece yaşamamızı istediğini öğreniyorum… Hayatımdan öylesine çıkmak isteyenlerin ardından artık üzülmemem gerektiğini yani sahip olmadığım hiçbir şeyin kaygısını duymamam gerektiğini anlıyorum…

Kendime sonlar hazırlamaktan vazgeçmeli ve günün tadını çıkarmalıyım… Kulağımı seslere kimi zamanda sessizliğe vermeli ve öylece uzanmalıyım geleceğe…

Gidip gelen düşüncelerimin arasında bir anının aklımdan geçtiğini fark ettim. Kendi kendime belki bir gün yeniden doğarım diye tekrarladığım zamanları anımsayarak bu günün tam da o gün olduğunu fark ettim… Yeniden doğmuştum!

09 Nisan 2009


28 Mart 2009

O SES!


Sesler yankılanıyor…
Sesler gidip geliyor, bir kadın şarkı söylüyor sonra ağlıyor…
O ses!
O ses içimi kanatıyor…
Ansızın kelimeler sızıyor dudaklarımın arasından…
Gözlerimi kapatıyorum yüzler beliriyor…
Savunmasız öpüşler dudaklarıma bir bir sızıyor…
Bedenim de bir el dolanıyor, ten bedenime dolanıyor…
Karanlık basıyor her yer kararıyor…
El yordamı ile bulduğum her şey yok oluyor…
İçimi bir şeyler kemiriyor…
İçimi kanatıyor, içim kanıyor…
Ensemde ki sıcaklık bedenimi ürpertiyor…
Sesler yankılanıyor…
Gözlerimi kapatıyorum parçalanmış yüzler giriyor rüyalarıma, bölüm pörçük anımsamalar, yarım kalmış filmler oynuyor gözlerimin seyrinde…
Hep aynı bebek doğuyor gecelerime…
Kopuk ipli uçurtmalar, balonlar salınıyor gökyüzüne…
Karanlığın orta yerine aydınlık doğuyor…
Ben gülümsüyorum…

Sesler yankılanıyor…
Sesler gidip geliyor, bir kadın şarkı söylüyor sonra ağlıyor…
O ses!
O ses içimi kanatıyor…
İçimde bin bir acı bölünüp pullanıyor…
Su içimde yol alıyor…
Bedenim ıslanıyor…
Korkulu, karanlık düşler yerini beyaza bırakıyor…
Taşlı yollar uzanıyor ayaklarımın ucuna, alı al moru mor çiçek bahçesine…
Ve ben kanıyorum sessizliğime…
Uyuduğum bir düş!
Renklerin, çiçeklerin, ışıldayan günün son bulacağı rengarenk bir düş…
Bir görüntüden diğerine bilmediğim bir yoldan geçişler yapıyorum…
Gözlerini görüyorum hemen sonra sırtına kazınmış bir isme şahit oluyorum tam okuyacakken ellerini yüzümde, ellerini bedenim de hissediyorum…
Ensemde ki sıcaklık bedenimi ürpertiyor…
Korkuyorum…
Uyuduğum bir düş biliyorum bir masal düşünün içinde ilerliyorum…
Yürüyorum… yürüyorum… yürüyorum…
Gökyüzüne dokunuyorum…
Martıları uçuruyorum…
Gördüğüm bir düş bunu biliyorum…
Sesler gidip geliyor, bir kadın şarkı söylüyor sonra ağlıyor…
O ses!
O ses içimi kanatıyor…
Uyanıyorum…

29 Mart 2009

19 Mart 2009

DİLİME TAKILANLAR








bir yangının orta yerinde öylece duruyorum...
seni izliyorum uzaktan, gördüklerim canımı acıtsada vazgeçmiyorum göreceklerimden...
bir yol uzanıyor önüme öylece adım atmaktan çekinmiyorum...
karanlık basıyor yolun orta yerinde bir ömür çığlık atıyor...
derin solukların eşliğinde tere uyanılan bir gece ayazında yüzüme yüzün vuruyor...
ayım ışıldıyor...

13 Mart 2009

BİR AŞK ACISININ DOĞUM İZİYDİK...

ki aşk dengesizdi...
o,
ben,
biz,
ikimiz,
beklide üçümüz…
bir aşk sancısının doğum iziydik…
karanlık yağmurlu bir gece…
derin soluklar,
asılsız inlemeler…
bir gece nöbetinden tek gecelik bir sevişmenin terli sabahına uyanılmak üzere…
bölük pörcük, sıcak ve nemli bir uyku sendromu ve arkasına gizlenmiş
yerli yersiz düşüncelerin kibirli öfkesiydi gözlerinin karanlığında beliren…
cevapsız kalacak hunharca sorunun hesap defteri…
ki çizilmiş resimlerin,
çekilmiş fotoğrafların,
yazılmış hikayelerin oyuncuları,
yeni yetme sarhoşların bulanık bakışları,
yersiz naraları,
korkulu gözleri,
acılı dokunuşları…
kasıkları öfkeli bir geleceğin geçmişe ihaneti…
elleri sıcak bir dokunuşun akıl defteri…
yüzü hüzün,
yüzünde hüzün…
içinde gizlenmiş o his ile isimsiz buluşmanın yüzleşmesi…
ki gölgen içinde…
ki gölgen ateşle yanan bedenin kuraklığında
bir el ateş edilmiş bir kurşun izinin isabetsizliğinde…
içinde kin,
içinde geceden,
içinde benden kalma bir öfkenin sualsiz tanımı ki tarif yok hiçbir serzenişin…
oluru yok…
içinde döndüğün, içinde dönüp durduğun bu girdabın sonu yok…
bu öykünün bir dengesi yok…
başı yok, başı olmadığı gibi bir sonu da yok…
seni yok,
beni yok,
bizi yok…
yersiz bir hikayenin,
birbirine teğet geçmiş iki hayattan başka bir anlamı da yok…
hiçbir anlamı yok…


OYSA SEN

Geniş zamanlı hikayelerin karanlık yüzleri…
Teğet geçilen hayatlar, yenik savaşlar, kayıp zamanlar …
Ardı ardına geçip giden, yaşanılası zor anların koşulsuz tanığı..
İşte karşında bütün hikayelerin yalnızlık tutkunu…
Konuş, bağır çağır dök içindeki kini..
Savur bütün istemsiz suçlamalarını!
Ki susma bir kez daha aynı kısır döngünün sıcağında…
Bütün susuşlarınla birlikte yeniden bu yol kenarında, aynı kaldırımda yine sen ve ben yine bütün yüzsüzlüğümüzle baş başa…
Yine biz bize…
Dudakların uçuk,
aynı korkuların esaretinde,
aynı rüyaların sıradanlığında yine korkularınla karşı karşıya durmuş öylece bakıyorsun yüzüme…
Aynaların öfkeni sana kusmuş...
Canın yanmış!
Avuç içlerin yine kanamış!
Ceza yine bana kesilmiş!
Konuşmak zor, konuşmak ağır hissettiklerine…
Bir kez daha bilinmezlik…
Bir kez daha aynı yorgunluk…
Oynamayı bilmediğin oyunlar oynuyorsun,
canın her yandığında suçu bana atıyorsun ve bütün yenilgilerinin sebebi oluyorum kendi kendini temize çıkarman adına…
Ne kör kuyularım kalıyor, ne benim suçsuz sevişmelerim…
Her şey yasak oluyor…
Bütün dokunuşlarım günah!
Kimi sevsem suç oluyor…
Oysa sen ne sen sevmeyi biliyorsun ne de dokunmayı…
İşte bu yüzden günah yazılıyor…
İşte bu yüzden bedenine bırakılmış iz olarak duruyorum…
Sen sevmeyi beceremeyen olarak bir kez daha akıllarda yer ediniyorsun…
Yüzüne vuruyor sevgisizliğin adım parmak uçlarındaki hissizlik oluyor…
Çünkü sen ne sevmeyi biliyorsun nede dokunmayı…

10 Mart 2009

ONLAR GİBİ OLMA

Geri dönüşümsüz yazgılarla dolu el izlerinde yani yaşadığım şu hayatın damarlarında dolaşıyorum... Pıhtılaşmış kan hücrelerinde yüzleşiyorum bütün çaresizliklerle...
Bir yük biniyor omuzlarıma yoruluyorum... Bu kadarı ağırdı biliyorum bir şey diyemiyor yine bir şey yapmıyorum, susuyorum…
Her susuşta ölüyorum!
Kendi bedenimde can çekişirken boğazımda düğümlenmiş sözcükler sayesinde ölüme bir adım daha yakınlaşıyorum!
Üşüyorum!
Buz gibi bir iklimin orta yerinde çırılçıplak uzanıyorum...
Dudaklarım mor, tenimin beyazında mor!
Hissizleşiyorum...
Gözlerimde belli belirsiz gölgeler ile kısa metrajlı filmler çekiyorum...
Belirsiz siluetlere hatırladığım tek yüzü yapıştırıyorum, herkesi sen yapıyorum!
Derin derin soluyorum havayı, ağır bir koku yayılıyor hissediyorum...
Dudaklarım kuruyor,
başım ağrıyor,
gözlerim kararıyor,
kanım damalarımdan çekiliyor ve be yitiyorum…
İçimde ki o da benle birlikte ölüyor…
Ne ben ne o kalıyor geriye, biz ölüyoruz!
Bütün susuşlarımız yok oluyor…
Bütün sevdiklerimiz siliniyor…
Bütün fotoğraflar külleniyor…
Bir dünya daha yok oluyor…
Ne an kalıyor geriye, ne de zaman kurtarılmak adına…
Kül rengi bir mevsim kalıyor geriye…
İçine serpiştirilmiş anıların olduğu ya da bütün anıların yerle bir olduğu…
Duyanların duymayanlara anlatacağı belki de hiç dillenmeyeceği hikayelerde yitip gideceği…
Bir son ya da bir başlangıcın ilk harflerinden yeni yetme bir aşkın yok olup gidişini anlatacak ya da dediğim gibi hiç dillenmeyen, duyanların duymayanlara dahi anlatamayacağı yitik ve kayıp bir hikaye olarak kalışımızı kutlayacak bütün sevgisizler...
Ve bir kez daha kazanacak bütün samimiyetsizler…
Ve biz en çok buna üzüleceğiz…
Ve onlar en çok buna sevinecek…
Kaybetmiş olmaya değil de en çok kazananın samimiyetsizliğine üzüleceğiz…
Bir kez daha umutsuz kalanlar adına üzüleceğiz…
Her şey yok olacak…
Sisli, karanlık bir gökyüzü nefesinizi kesecek…
Tıpkı benim gibi, tıpkı onun gibi ölecek ya da onlar gibi sevgisizleşeceksiniz…
Yitip gideceksiniz…
……..

Şimdi içindeki o yerde dur ve bekle…
Yüzünü aydınlat, umudu içine kat…
Çığlık at…
Dokun ve tekrar sev…
Yeni bir savaş başlat
Kendi dehlizinde, kendi geçmişinle…
Kaybetmeyi umursama kazanmanın umudu ile yaşa!
Sev, öp, kokla, seviş…
Onlar gibi olma…
Sevgisiz kalma…
Korkma!
Sığınma sakın geçmişte ki yanılgılarına…
Korkularından kaçtığın müddetçe kazanacağını hiç unutma…
Sev, öp, kokla, seviş…
Onlar gibi olma…




5 Mart 2009

EN ÇOK ONLAR ÖLÜYORDU... SESSİZ YAŞAYANLAR...

Ki ben biliyordum!
“En çok onlar ölüyordu… Sessiz yaşayanlar…”

Bir sabah uyandın…
Ayak izlerinin yorgunluğunda yürüyordun…
Hava henüz karanlık ve soğuktu, üşüyordun…
Ellerinde biriktirdiğin yanlış bir mevsime açan kır çiçekleriydi...
Ellerin ki kurumuştu…
Kuruyan ellerin de hayatın sarhoş kalıntıları ile toprak kokusunu karşılıyordun…
Yağmur yağıyordu sessizliğine, aniden ıslanıyordu yüzün, hüznün…
Bir çok gidiş vardı, her defasında gözlerinde beliren bir başka hüzün vardı, söylemediğin bir çok şey gibi en çok susuşların vardı…

Ki ben biliyordum!
“En çok onlar ölüyordu… Sessiz yaşayanlar…”

Sırtında ağır bir yükün görünmezliği ile kafan ellerinin arasında düşündüğün anların görüntüleri vardı en çok…
Bir fotoğraf karesi gibiydi yüzün faklı ama aynı acının çıkmaz sokaklarında oradan oraya dönüp durduğun bir geçmişin avuntusuz zamanları vardı…
Miden de ki o ağrı peşini hiç bırakmıyor, saçlarının beyazı her gün biraz daha belirginleşiyordu…
Yüzünde hüzün, gözlerinden akmayan gözyaşlarının derinliği ile her gün biraz daha kuyunun içine çekiliyordun…
Yaşadıkça ölüyordun!

Ki ben biliyordum!
“En çok onlar ölüyordu… Sessiz yaşayanlar…”

Bir şey yapamıyordum, bir şey yapmamı, bir şeyler yapılmasını hiç istemiyordun…
Sana nasıl yardım etmem gerektiğini de hiç bilemiyordum bu yüzden…
Üzülüyordum, üzülüyordun…
En çok bu zamanlarda anlıyordum çaresizliğin en acı gerçeklerden biri olduğunu ve çekilmesi zor olan acılar listesine ekliyordum adını…
Gözlerinin dolambaçlı yolları da ağır adımlar atıyordum…
Susuşlarına ortak oluyordum, beklide bir ömrü uğruna heba ediyordum bilmiyordum…
Zaman geçip gidiyordu…
Ömür tükenip bitiyordu, sen gülmüyordun…
Bense bunu hiç sevmiyordum…

Ki ben biliyordum!
“En çok onlar ölüyordu… Sessiz yaşayanlar…”

En çok bunu bildiğim için üzülüyordum…
Seninle birlikte ölüyordum!

26 Şubat 2009

Nice senelere...

hali hazırda bir gece ki ucunda hüznü karmaşa...
ne acı ola dilin, ne de gözün de yaş ola...

umut yoluna ışık ola nice senelere...


http://evrenbarisyavuz.blogspot.com/

24 Şubat 2009

DUDAĞININ KIYISINDA BIRAKTIĞIN TEBESSÜM BİR ÖPÜŞ KADAR SICAKTI OYSA

Sustun…
Konuşmak ağırdı belli belersiz oluşlara…
Dudağının kıyısında bıraktığın tebessüm bir öpüş kadar sıcaktı oysa…

Geçip gittin…
Korkularının şehveti ile seviştin gecelerin de…
Beyaz çarşaflarına boşaldın yıllanmış bütün acılarının hazzını ve bir kadın bedenin en soğuğunda kendine doğdun…

Günler geçip gitti ve sen geçip giden günlerin telaşesinde iken ben suratımda bıraktığın “o an“ ile dolup taşıyorken sen yeni bir bedenin huzurunda kendini bulmaya çalışıyordun…
Biliyordum ki yapamıyordun…

Yapay sevişlerin, yapay sevişmelerin kırgınlığında yüzüne takındığın o hüzün ile geçip gidiyordun her sabah…
Yüzün seyrime düşüyordu, gözlerini görmemek için can çekişiyordum!
Bu senin tercihin değildi mecbur bırakılmıştın!
Bunu söylüyordun en çok…

Sustun…
Konuşmak ağırdı belli belersiz oluşlara…
Dudağının kıyısında bıraktığın tebessüm bir öpüş kadar sıcaktı oysa…

Dokunmak ağırdı…
Bilmek korkulu rüyan gecelerine ıslak uyandığın…
Bakmaya cesaret edemediğin aynalarında yansımaların ve dudaklarının arasında sıkışıp kalan isim “adım”…

Sustun…
Konuşmak ağırdı belli belersiz oluşlara…
Dudağının kıyısında bıraktığın tebessüm bir öpüş kadar sıcaktı oysa…

Korktun…
Sahip olmak yüktü alışkanlıklarına…
Sevmek ağırdı karanlığına…
Acın korkundan yana…

Sustun…
Konuşmak ağırdı belli belersiz oluşlara…
Dudağının kıyısında bıraktığın tebessüm bir öpüş kadar sıcaktı oysa…


23 Şubat 2009

Mim(lendim)...

1- Çok üşengecim ama zorluyorum kendimi
2- Gecenin bu saatinde ancak kediler ve köpeklerle karşılaşılır
3- Tam isabet işte üşümüş bir kedi
4- Üzerinde kıyafet yok tüyleri saymazsak ki cinsiyeti hakkında pek fikrimde yok ama dişi edası var gibi…
5- Ben 7 kişiyi nereden bulacağım ki :/


Ki karanlık sisli bir gece yarısı… Yine aynı karanlık odam, elimde kahvem, karşımda bilgisayarım yalnızlık nöbetimi paylaşıyorum…oturmaktan uyuşan popomun bende yarattığı huzursuzluk ile birkaç adım atmak için ayaklanıyorum ayaklanmasına ama ayaklarımdaki uyuşukluğu fark etmeden geçemiyorum kendi kendime söylenip duruyorum ki işte tam o sırada dışardan gelen miyavlama sessinin içimi acıtması ile pencereden dışarı bakıyorum…
İt iç top oynuyor derya hani dedeler atalar filan bende onların bu cümlesini durumun uygunluğu doğrultusunda kullanıyorum tabi yine kendi kendime…
Sessin geldiği yönde takip ediyorum ki ufak kedicik karanlığın içinde masmavi gözleri, dağınık beyaz tüyleri ve tiz sessi ile ilgimi çekiyor hemen…
Öyle tatlı ki onu kucaklamak istediğimi fark ediyorum…
Kendi kendime bu minik kediye bakabilir miyim diye düşünüyorum…

Şimdi de yedi kişi bulmak için düşünüyorum çok adaletsiz :)


http://ashenica.blogspot.com/
http://cazyesili.blogspot.com/

şimdilik iki :)

15 Şubat 2009

BİRAZ SİZLER, BİRAZ BİZLER

Ki en çok onlar biliyorlardı olmadıklarını, olamadıklarını...
Yaşanmış bir çok hikayenin mutlu sonlar bitmediğini...
Yaralarının kanadığını ve ellerinde büyün hayatlarının yok olduğunu... Çaresizliklerini dile getiremeyeceklerini bilmek acıydı ve bu acıyı her gün, her saat, her dakika, her an özümsüyor olmalarına anlam yükleyemiyorlardı...
Yüzleşmek bir çokları için korkutucuydu, hep en çok bilen olmaktı tek bildikleri ama hiç bir şey bilmiyorlardı, bildiklerini de kalı(p)laşmış düşüncelerin girdabında kör bir kuyuda ışıksız ve umutsuz yürümekten ibaret olmadığını göremiyorlardı...
Görmek hiç işlerine gelmiyorlardı...
Yoktular aslında, belki de hiç olmamışlardı...
Onlar!
Biraz sizler, biraz da bizler...
Az çok olanlar ya da olmayanlar...
Umudunu yitirenler ya da umud etmeyi hiç bilmeyenler...

... ... ...

Dip not: Üzerinize alının!

10 Şubat 2009

BİLMEDİĞİNİZ BİR ÇOK ŞEY GİBİ...

Siz…
Korkularımın yenik yüzü…

Adımlar atıyorsunuz, kendi kendinizi yazıyor, görüntüleri kaydediyorsunuz…
Gizliden gizliye izlendiğinizi hiç bilmiyorsunuz…
Bir adım arkanızda, ensenizde hissettiğiniz o nefese sahip olduğumu hiç bilmiyorsunuz…
Sessiz bir ezginin melodisinde birbirimizden geçip gittiğimiz fark etmiyorsunuz ya da bildiğinizi hiç fark ettirmiyorsunuz…
Bir gece yarısı karanlığında sessinizi kulağıma fısıldadığınızı bilmiyorsunuz..
Bilmediğiniz bir çok şey gibi…

Zaman geçip giderken bir ucundan da olsa tutunmak için çabalamıyorsunuz…
Duvarlarınıza astığınız fotoğrafların içinde hapis kaldığınızı fark etmiyor zamanı ve hayatınızı ertelediğinizi kendinize itiraf edemiyorsunuz …
Beklendiğinizi bilmiyorsunuz…
Adımlarınız, karanlığınız, tene değmeyen dokunuşlarınız ve sıcaklığınızı hissettiğimi bilmiyorsunuz…
Yüzünüzün, tebessümünüzün, ki en çok sesinizin içime işlediğini de bilmediğiniz gibi…
Bilmediğiniz bir çok şey gibi…
Bilmek istemediğiniz bir çok şey gibi…

Siz kısıtlanmış ses aralıklarından sessinizi duyurmaya çalışırken kendi sessizliğinde beni de boğduğunuzu bilmediğiniz gibi…
Gözleri karartılmış birkaç adımın size doğru atılmış olduğunu görmediğiniz gibi…
Bilmediğiniz bir çok şey gibi…
Bilmek istemediğiniz bir çok şey gibi…

İki dudak arası koşullanmış cümlelerin tuzağında size yenik kelimelerin kulağınıza fısıldandığını bilmediğiniz gibi…
Ki bir sokak arasında yüzünüzün yüzüme deyme olasılığının beni nasılda korkak bir çocuk haline getirdiğini bilemediğiniz gibi…
Bilmediğiniz bir çok şey gibi…
Bilmek istemediğiniz bir çok şey gibi…



(itirafname)

25 Ocak 2009

SUSYORUZ... ÖLÜYORUZ... ASLINDA HİÇ YAŞAMIYORUZ!

Birbirine giriyor hayat…
Kurumsal yalnızlıklarımızın ötesinde tek dokunuşluk sevişmelerin gölgesi vuruyor yüzümüze!
Hayat bildiğini okurken aynalar dar geliyor boğazımızda düğümlenmiş lokmaya…
Kader artık avuç içine yazılıyor!

Leş kokuyor sokaklar!

Yalan göbek adımız olurken bacaklarımızın arasından süzülen kan gölleniyor!
İki kadeh şarap, bir kaç güzel söz dahi boşluklarımızı doldurmaya yetmiyor!
Daha fazlasını isterken, doymayan gözlerimizle bakarken tükettiğimiz her şeye ve her bir tenin derisini yüzerken tutuluyoruz ağlama nöbetlerimize ve hiç bir nöbet bir sonrakini ertelemiyor!
Kimyasal bir günün çıkmazında leş kokulu sokakların karanlığına adımlar atıyoruz karanlık gölgelerimiz ardımızda!
Hiç bir günü aydınlatmıyor ve hiç güneşi göremiyoruz!
Susuyoruz...
Ölüyoruz...
Aslında hiç yaşamıyoruz!

21 Ocak 2009

TEK KİSİLİK SIR

Acele etmiyordu dokunmak için…
Ağır adımlar eşliğin de geliyordu…
Sakindi!
Sessi çıkmıyordu, sesini çıkartmakta istemiyordu…
Bir yerdi, beklide bir yerdeydi ama yerini hiçbir zaman söylemiyordu.
Sizin deyiminizle işini iyi biliyordu!
Anlatıyor anlatıyor ama sıkılmıyordu, sıkmıyordu en ince noktada damarlarından kana karışıp seni kendine hapsediyordu…
Kendini bırakıyordu sana ama senin olmuyordu seninmiş gibi davranıp ummadığın anda kendini senden alıp o yere saklanıyordu. Hani adını, sanını, yerini bilmediğin o yere.
Önce afallıyor sonra alışıyordun…
Alışmaya da alıştığın gibi artık canını acıtmıyordu…
Burnun daha seyrek kanıyor…
Ellerin daha az yara alıyordu…
Gidiyordu… Gelmekten korkuyordu çünkü…
Kendi korkularında hapis olurken senide kendine hapsediyor içinde büyüyüp taşıyordu…
Ama bunu hiç fark etmiyordu!
Gözlerine yaş, bakışlarına derinlik olarak yerleşiyordu…
Oydu… O olacaktı…
Korkularından arınıncaya kadar kimsenin olamayacak, kimseyi o denli sevemeyecekti…
Gizdi…
Tek kişilik bir sırdı paylaştığı…
İsmi yoktu… Şekli yoktu…
Ne sıcak ne soğuktu…
Ne üşütüyor ne ısıtıyordu…
Kendi gibi senide öldürüyordu…

20 Ocak 2009

BİRAZ DAHA MAVİ, BİRAZ DAHA DENİZ...

Sustunuz!

Konuşmuyorsunuz…

Nefesiniz kesik kesik…

İyi misiniz?


Sorulan soruları duymadığını anımsıyor şimdi.
Yorgun argın çıktığı yolun yarısına gelmeden kendini kaldırım taşlarının soğuğunda buldu…
Gözleri yarı açık etrafında kadınlar, çocuklar ve adamların meraklı bakışları arasında kaybolurken bulmuştu. Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadığı bu durumdan kurtulmak istiyordu. Yardımlar eşliğinde zar zor doğrulduğu yerde başındaki sersemliği fark etti. Dudağının kıyısında akan kanın tadı damaklarında hissederken aklında o an bir kez daha canlandı…

Birçok şey olmuştu, birden bire bütün hayatı altüst olmuştu…
Oysa her şeyi yerli yerinde yaşamayı seviyordu…
Dolabı dağınık olmayacak, eşyaları yerlerinden milim kaymayacaktı…
Sevmediği her şeyin esiriydi…
Sevmediklerinin yükü omuzlarından boynuna ağrılar bırakırken o yapamadığı her şey adına üzünçlerini sıralıyordu…

Etraftaki seslerle yeniden ayıldı…

İyiydi öncesine göre, azından zar zor çıkan cümleler ile sevmediği o uğultulu kalabalıktan kopup gitmeyi başarmıştı…
Dudağındaki kan kurumuştu..
İçinde hissettiği o boşluk, tarifsiz bir acı hissettiriyordu…
İçinde boğulmak üzereydi ama ağlamayı hiç beceremiyordu ki hiç becerememişti…
Ayakları onu denize götürmüştü, derin derin nefes alıp şimdi ne yapacağım diye yeniliyordu içinde kendi kendine sorularla doluydu düşünceleri soru işaretlerine yenikti…
Her şey öylesine aniydi ki…
Nasıl anlamamıştı, nasıl anlayamamıştı yabancılaşan bu adamın gözlerindeki o derin uzaklığı, nasıl da görememişti...
Nasıl da o olmuştu ama onun kendi olmadığını nasılda fark etmemişti…
Ellerini aynı sıcaklıkla tutmadığını ve yapay sevişmelerin sabahında kaçıp giden gözleri nasılda görmemişti…
Şimdi her şeyi anlıyordu…
Ona kızmıyordu içinde kızacak bir şey bulamıyordu daha çok kendi ile hesaplaşıyor kendini bu denli savunmasız bırakmasına anlam veremiyordu…
Öyle körü körüne bağlandığı hayatının ellerinin arasından gidişine bile kızamıyordu…
Herkes kendi sonunu kendi yazıyordu şimdi bunu daha iyi anlıyordu…

Hava kararmış akşam olmuştu bütün bir günü aynı sorular, aynı düşünceler eşliğinde geçirdiğini fark ettiğin de artık canı eskisi kadar yanmıyordu…
Yeni bir hayata yeniden sahip olacağını fark etmek kırgınlıklarının içinde tebessüm olmuştu ama henüz hazır değildi hayatına tanık olan onla karşılaşmaya…
Biraz daha mavi görmeli, biraz daha deniz koklamalıydı…
Saçları nemden yapış yapış olmalıydı…
Ancak o zaman ayaklarının üzerinde durabilecekti…
Deniz onu hep güçlü kılmıştı bu kez de aynı hissi yaşatacaktı.
Her şeyi geçmişte bırakıp geleceğe yürüyecekti…
Bir kez daha bunu başaracaktı bunu hep başarmıştı…

12 Ocak 2009

BİR KEZ DAHA...

gece düşlerinde aklıma gelen teninle kurduğum bir düştü bu…
elime yüzüme bulaştırdığım bütün aşklarımın gölgesi vuruyordu yüzüme...
ne sana gelebiliyor ne de senden gidebiliyorken,
hüzün göz bebeklerime yerleşmiş bir duvar iken
ben ne senin olabiliyordum neden sensiz kalmayı göze alıyordum...
saklanıyorum şimdi…
kendi içimde kimsenin bilmediği o derin yalnızlıkta saklanıyorum…
usulca soluyorum hayatı…
gölgesi deymişken yüzüme bütün yaşanmışlıkların adını soluyorum şimdi…

Sesler duyuyorum beynimin içinde saklı tutuğum o yer de!
İçimden isimler geçiriyor, görüntüler renkler görüyorum…
Sesler ansızın kesiliyor, Görüntüler gidip geliyor!

Sesler duyuyorum bilmediğin, saklandığım o yer de!
Adımı çağırıyor biri duyuyorum…
Yönümü bulamıyorum
yitip gidiyor sesler ve bütün görüntüler
ben yine kendime dönüyorum
çelişkilerimin tutarsızlığında verdiğim yeni kararların karasızlığında boğuluyorum…

derin bir çığlıkla bölüyorum gecemi…
rüyalarımın anlamsızlığında bir kez dahi olsa yüzünü görüyorum,
ellerini yüzümde görüyorum…
bir kez daha yitiyorum…
bir kez daha yitiriliyorum…

9 Ocak 2009

İÇİM(N)DE BİR YER!

Soğuk!
Çok soğuk diyerek irkildi!
….

Yüzünde soğuk bir esinti, ellerini uyuşturan bir soğuk… Ne zaman ve nasıl geldiğini anlamadığı bu sahil kenarı…
Oysa en son bir öğlen uykusunun yenik savaşçısıydı ne olmuştu da birden bedenini üşüten bu sahil kenarına gelmişti…
Anlamamıştı…

Zaman öyle çabuk akıp gidiyordu ki hava kararmaya başlamıştı bile koşuşturan insanlar fark ediliyordu… Otobüsler geçip gitmeye başlamışlardı, köprü her zaman ki kalabalığı ile üzerinde ki yükü ağırlıyordu…

Saçları savruluyordu, rüzgar okşuyordu saçlarını….
Başı dönüyordu gördüklerinin seyrinde görüntüler yerleşiyordu gözbebeklerinin heyecanına…
Aklına o geliyordu…
Çok zaman geçmişti üzerinden, unutmuştu da…
Unutmaktan çok düşünmeyi bırakmıştı aslında ama ne zaman deniz kokusu bu kadar şiddetlense aklına onun kokusu gelirdi…
Denize olan aşkı onda bu kokuyu barındırdı…
Deniz kokulu adamın deniz kokulu kadınıydı bir zamanlar…
……

İnsanın içini acıtan o derin yaşanmışlık…
Her yeni an, her yeni koku, her görüntü geçmişin çağrışımı…
Dokunulası zamanların şefkati…
İnsan özlüyordu ne olursa olsun doğru ya da yanlış insan bir şekilde hep özleyen oluyordu…

Saçlarında rüzgar, aklında yenilgiler ve beklentiler yürümeye başladı…
Soluk soluğa bir mevsimin en dokunulası zamanlarına şahit anlardı…
Hafiften yağmaya başlayan kar içinde geçiştirdiği mevsimlerin beyazı gibiydi…
Azında kızıl şarabı anımsatan bir tat gibiydi…
Gözlerinin buğusun da çekilemeyen fotoğrafların arşivi duruyordu…
Keşkelere yenik zamanlar duruyordu…
Üzerinden geçen zamanın ardından bir karşılaşma sonrası hissettiği pişmanlığın aynısı avuçlarının içinde duruyordu..
Elleri yeniden kanıyordu…

Korktu kendinden...
Bütün bu düşündüklerinden, hissettiklerinden ama en çok içinde oluşan bu özlemden…
Evinin kapısını açtı kendi seyri ile karşılaştı aynada yansıyan yüzüne baktı…
Gözlerinin çukuruna…
Göz bebeklerindeki bütün fotoğraflara…
Ellerindeki yaralara…
Korktu kendinden bir kez daha bütün hissettiklerinden…
Korktu kendinden dilinde kümelenmiş bütün sözcüklerinden ama en çok içindeki o dindiremediği özlemden…

7 Ocak 2009

VE BİR KEZ DAHA ÖLECEĞİZ!

Hayat hep aynı çizelgeyi çiziyor önümüze. Koşullanmış bütün yalnızlıklar gelip bizi buluyor, ardından çivilediğimiz kapıya dayanıyor...

İnsan hep acı veren ve hep acı çeken oluyor...
Yeni baştan hep yeni baştan yaşanıp gidiyor…
Farklı insanlar aynı senaryolar...
Görkemi gözlerimizi kamaştırıyor,
Avuçlarımızı kanatıyor şehveti!
Çılgınca seviyor, sevişiyor, seviliyoruz...
Kedimize acılar beğeniyoruz
Ansızın yok ediyor yok ediliyoruz...
Hayat başa sarıyor kaldığı yerden
Bizler her defasında bir kez daha ölüyoruz!

Yine aynıyız…
Yine aynı olacağız, aynı çelişkide boğulacağız..
Yaralarımızı sarıp yeni yaralar açacağız…
Kanatacağız,
Kanayacağız…

Dokunmaya korkarken,
Kendimizden kaçarken yine aynı yazgının içinde kendimiz bulacağız…
Yine aynı kokuyu duyup aynı tutku ile baştan çıkacağız…
Ve bir kez daha öleceğiz!

2 Ocak 2009

VARDIN YOKTUN...GELDİN GİTTİN...


Vardın…Yoktun…

Gün doğdu geceye vurdu..
Ardı ardına hayat soluğunu hissettirmeye devam ederken adın ağzımda dudaklarımın ucuna yerleştirilmiş küfür oldu!
Tadın ekşiydi, rengin de griydi…

Geldin…

Rüzgarın esti saçlarımda ılık bir esinti oldu...
Kokun geldi içimde telaşlı bir heyecana sebep oldu...
Ardından sen geldin elim ayağım birbirine dolaştı...

Gittin…

Bütün yazlar kışa döndü,
Bendeki sen benden öte oldu...
Kokun yastığımda iz oldu...