22 Şubat 2008
yorgun şehri dahi gece masallarına eş kılan…
Tedirgin, ürkek bir yol kollarından bedenim(n)e uzanan…
Çıkmaz sokakların asi suvarisi gölgen(m)…
Kuşlarım özgür…
Kanat sesleri odamın KaRaNLıK boşluğun da duvardan bir diğer duvar karanlığına çarpan, çarpılan…
Başımı döndüren…
Islak gecelerin kör kuyusun da geceye masallar yazdıran…
Ayı yıldıza, yıldızı geceye tutkun kılan…
Gözlerim de bu yorgun şehri,
Bu ikilimi iklim olmayan, toprağı kan kokan şehri…
Bu acısı dinmeyen, yaraları kapanmayan şehri,
Kanayan yaraya tuz basan,
Tuzu PuSu kılan, yorgun şehri dahi gece masallarına eş kılan…
Yüzümü yüzüne düş kılan yüzün seyrime düşen,
Seyri geceme düşüren yüzün…
Bu şehri şehir yapan...
Bu dili dil yapan...
Durma sevdalı, yürümekten korkmadan at adımlarını…
Yolun nereye çıkacağını bilmeden ve korkmadan, sonraları düşünmeden yürü…
Uyuşan parmak uçların da ki acı seyrine düşmeden yürü...
Bırak yaşansızın zaman...
Bırak aksın kan...
Adın aklım da, Aklım adında….
Adın aklım da,
Aklım adında…
İsmi olmayan düşünsel avuntularım da…
Adın ömrümün bahar goncaların da…
Rengi solgun bir pembe de, kırmızıdan alıntı yansımalarında…
Adın aklım da,
Aklım adında…
İçiminde sarsıntılar yaratan,
Adı gizli sevişmelerin tutkun yalnızlıkların da…
Yalnızlıkların kuytu boşlukların da…
Adın aklım da,
Aklım adında…
Pencere buğusuna yazılmış,
Aşksal saplantıların da…
Dili lal suskunlukların anlattıkların da…
Adın aklım da,
Aklım adında…
Bedene tutkun sıcaklığında,
Teni yangın kılan,
Beni sarhoş eden dudak aralığın da…
Adın aklım da,
Aklım adında…
Esir düşmüş zindan bakışların da…
Yüzünden yüzüme süzülen,
Yüzünden yüzüme sürülen,
Düşsel yansımaların da…
Adın aklım da,
Aklım adında…
….
4 Şubat 2008
Dudakların(m)a bıraktığı(n)m diş izleri(n)m nerede…
Nerede o yalnız gölgelerin düşleri,
Nerede o adı bilinmeyen ülke hikâyeleri…
Gidilmek istenen o çıplak kentler nerede…
Tutulamayan eller,
Avunamayan çocuk bakışlar nerede...
Ürkek dokunuşlar,
Çığlığa dönüşen suskunluklar,
O yeşil sabahlara gebe kalan nemli ve ıslak geceler nerede...
Zamanın çıkmaz sokağı hangi adreste...
Yürüdüğüm sahil,
Hırçın dalga boyları,
Sahile vuran deniz kabuklarının bıraktığı o koku nerede…
Işıltılı yansımalar…
Yüzüne düşen gölgem,
Dudakların(m)a bıraktığı(n)m diş izleri(n)m nerede…
Ana sığdıramadığımız tensel yaklaşımlarımız,
Yanışlarımız nerede…
Ilık nefesin,
Tenimdeki tırnak izlerin nerede…
Çığlığa dönüşen suskunluklar,
O yeşil sabahlara gebe kalan nemli ve ıslak geceler nerede...
İçsel Yansıma / Sayıklama / Yüzleşme
öyle garip ki her şey...
hep aynı cümleyle başlar oldum ama her geçen gün her geçen zaman yeni yeni yalanların yüzüme çarpmasıyla uyuduğum uykudan uyanıyorum...
ne derin bir uykuya ve derin düşlere dalmışım içinden çıkamıyorum...
iyiyim oldukça, keyfimde yerinde...
ne garip dimi bu yaşanılan beni yıkmak yerine daha da olgunlaştırıp başka açılardan da hayata bakamama yardımcı oluyor ve sizler öylece izliyorsunuz harmanlanmış duygularımın kelime yansımalarıını...
belki kendinize de soruyorsunuz, sorguluyorsunuz...
ne yaşlıyorum diye de merak ediyorsunuz belki ama yaşadıklarım sizinkilerden farklı değil...
hayatın sundukları ya da sunamadıkları işte...
karşılaşılan yalanlar-yalancılar,oyunlar-oyuncular, hileler-hilebazlar...
dedim ya sizinkilerden farklı değil...
ufkumu açtım yürüyorum artık arkama dönüp bakmadan...
GİT VE BAK
Yine uzun bir gün bitti
Yalan yanlış yaşanan öylesi bir günden farkı olmadan
Kırgın ve de kızgın
Ve beklentilere yenik düşen…
Hala görüyorum izlerimi, hala duruyorlar…
Korkuyorsun onları hayatından çıkarıp atmaya öylece…
Silineceğim senden cesaret edemiyorsun…
İstemiyorken bile hiç iz kalsın kendimden sana bu saygıyı bile göstermiyorsun..
Yine uzun bir gün bitti
Yine yanılgıların kuytularında ve yine hayal kırıklıklarına yenik düşen…
İnsan ne çok hayal kuruyor ve ne çok hayal kırıklığına uğruyor ve her defasında kendine niye tutamayacağı sözler veriyor ki…
Bizler niye hep aynı yanılgıların kuytularında buluyoruz ki kendimizi…
Ne garip…
İçimde hiç sevgi bırakmayan zamanların ardından şimdi tek isteğimken bütün izlerin silinmesi iken bu hayâsızlık neden?
Git aynalara bak her sabah baktığına inandığın ama hep gözlerini kaçırdığın o aynalarına…
Git ve bak…
Silinmeyen yüzüme…
Silinmeyecek olan izlerime…
İz kalsın isterdim s e v g i l i m...
İz kalsın isterdim sevgilim
Görmediğim o gözlerinden,
Ellerimin okşayamadığı saçlarından,
Benden geriye iz kalsın isterdim…
Öylece gittin sevgilim…
Anlatamadan sana
İçimin acıyan hikayelerini
Öylece gittin sevgilim…
İz kalsın isterdim sevgilim
Sıcak öğle sonlarından
Karanlık gecelerden
Bana iz kalsın isterdim
Çıkamadığımız o yolculuktan
Yaşamadığımız,
biriktiremediğimo hatıralardan
Geriye iz kalsın isterdim
İz kalsın isterdim sevgilim
Yazamadığımız her cümleden
Gidemediğimiz,
Adı aşk olan her filmden
İz kalsın isterdim
Kesilen soluklarımızdan geriye
Senden ve olmadığımız o bizden
Geriye iz kalsın isterdim sevgilim
24 OCAK 2007
KENDİ KENDİME
Ölesi garip bir gün,
Zamanın öylesine ilerlediği…
Geçen zaman içerisinde gördüklerimden ve görecek olduklarımdan daha da korkarak seyre dalıyorum herkesi ve her şeyi…
Geçmişe de bakıyorum ister istemez başlanan ve gelinen noktayı düşündükçe şaşkınlıklar içinde kalakalıyorum…
Düşünüyorum, düşündükçe içinden çıkılmaz o kuyunun içine daha da daldığımı fark ediyorum ve daldıkça her yanı daha fazla çirkin, kirli bir yüzeyin kapladığını görüyorum ve ben bedenim de ve de ruhum da oluşan o tiksinti hissinden kurtulamamaktan korkuyorum…
Korkularıma yenik düşmenin ise en büyük korkum haline geldiğini fark ediyorum ve zaman öylece geçip gitmeye ve ben öylece bakmaya devam ediyorum…
Sana, bana, bizlere, çevreme, insanlara, tanıdıklarıma ve tanımadıklarıma…
Yorulduğumu fark ediyorum ister istemez, biraz oturup dinlenmek mi ihtiyacım olan yoksa akışına bırakmak mı diye soruyorum kendime, kendi kendime…
Kendiyle çelişen zamanlar da, insanların hayâsızlıkların da, çekimser yalnızlıkların gölgesinde içine düştüğüm belki de saklandığım bu kuyudan çıkmalı mıyım diye içimden soruyorum kendime yine kendi kendime…
Kendi olmayan yanılgıların avuntusunda ne denli barına bilir ki insan diye de öylece düşünüyorum…
Ağır geldi biraz hayatın sundukları, canım yandı yaktığımdan fazla ama hala gülümseyerek karşılaya biliyorum sizleri “insanları”…
Sizin için önemi nedir gülümseyişlerin bilmiyorum ama benim için insanın yüzünden ve ruhundan eksik olmaması gerektiğine inandığım tek gerçek neredeyse…
Mutlu hayat oyunu oynamıyorum sadece zamanın öylece geçip gittiğini fark ettiğimden beri daha fazla anlam yüklüyorum hayatıma ve gülümseyişlere o kadar…
Biliyorum ki hayatın acıtan, kanatan sivri noktaları var ve biliyorum ki hayat en mükemmel dediğin zamanlarda o sivri noktaları ummadığın anda o korktuğun karanlığına öylece umursamazca daldırdığı da doğru ama acıyı düşünerek ve acıyı her daim yaşayarak nasıl zamanın akmasına yardımcı olur ki insan…
Hayatın solgun zamanlarda kendini aksattığı bilinen bir gerçekken!
Evet, bunun bilincine vardığımdan beri gülümsüyorum…
Kimine iğreti gelen, kimine ise beni tanıyana ise ruhsal bir bütünlük olarak görünen ama benim içimi ısıtan ve dostlarımı, arkadaşlarımı, beni tanıyanları sevenleri ya da sempati duyanları içine alan o gülümsememden taviz veremeyeceğimi bir kez daha anlayarak öylece dillenmiş kelimelerimi sunuyorum size…
Yazacak ve anlatacak daha fazla içselliğim varken bu sıra susmayı yeğliyorum…
Kelimelerim delip geçecek biliyorum…
TANURA
23 OCAK 2007
K E N D İ N E K I Z G I N
Uykum var...
Kendimi banyonun soğukluğuna ve suyun sıcaklığına bırakmam gerek ama üşeniyorum...
Canım da sıkkın sanırım...
Pekiyi değilim bugün...
Hım…
Kendi kendime konuşuyorum şimdi gidiyorum belki bu gece olmam bilmiyorum belki de dayanama yine gelirim...
Ya da cümle kurmak isterim gelirim…
Kendime kızıyorum, çünkü kendime hiç zaman ayırmıyorum artık, yarım kalan ve okumak için ayırdığım kitaplarla doldu raflarım…
Ertelediğim ne çok şey biriktirmişim farkına vardıkça daha çok kızıyorum kendime…
Birde kendimi bu denli üzüntülere sürükleyebilmeyi nasıl beceriyorum bunu anlamıyorum…
Kendi kendime çok sordum ama bu sorunun cevabı yok bulamıyorum…
Kızıyorum kendime çok kızıyorum...
...:: G E C E :::...
Bir Rüzgâr oldum,
Esiyorum şimdi saçlarının ayazında…
Sesler duyuyorum etrafta,
Tiz çığlıklar…
Adını söylüyor yalnızlıklar…
Bir uçurum başlıyor,
İsminin anıldığı o yerde…
Gözlerin düşüyor gölgelerime,
daha hiç görmediğim o badem karası gözlerin
ve ben
Işıl ışıl parlıyorum geceye
GECE YARISI
H İ S S İ Z L E Ş M E K
Daraltılmış zamanların içinde bir yerde buluyorum kendimi…
Kaybolmuş ve yaşadıklarının parçalara böldüğü bedenimi bir araya getirirken…
Ne çok yalan varmış hayatımda ve ben nasıl inanmışım tutarsız insan silüetinin her şöyledi masalsı cümlelerine hala anlamıyorum…
Kendime de kızmıyorum aslında keşke bu kadar koşulsuz güvenmeseydim diye içimden geçiriyorum sadece…
Şimdi her şey tek tek yüzüme çarpıyor ve ben gerçeklerle yüzleşiyorum…
Zaman yok!
Harcanacak daha fazla zaman yok evet bunu anlıyorum…
İnsanlara emek veririsin, onlara senin için önemli olan zamanını verirsin, çabalarsın onlar için yeni yeni düşler kurar mutlu olması için uğraşırsın.
Sonra birden, sonra aniden her şey değişir, tuzla buz olur bütün yaşananlar, zaman ayırdığın emek verdiğin insanlar bir bir yara açar bedeninde ve yüzleri kızarmadan öylesine deşerler açtıkları yarayı da…
Tuz buz olmuş bütün yaşanmışlıkların üzerinde yürürler ve onlar her adım attığında, her defasında kendilerinden biraz daha uzak kalmana sebep olup içinde onlara karşı yaşattığın bütün hissiyatımı alıp götürürler…
Öyle bir hal alır ki nefret bile edemeyecek kadar uzak kılarlar, hissiz bırakırlar insanı yaptıklarıyla ve en kötüsüdür bir insana karşı hissiz kalmak bunu fark edemezler ya en çok buna şaşırırsın…
Sen uzaktan öylece baka kalırsın hayret içinde, seyredersin…
İçinden tepki vermek bile gelmez çünkü öyle önemsiz kılarlar ki kendilerini içlerine düştükleri bu boşlukta duvarlara çarparak geri döndüklerinin farkına bile varmadan savrulurlar…
Ne garip dersin ve bir süre sonra artık öyle önemsiz hal alırlar ki artık hiç görmemeye ve seslerini hiç duymamaya başlarsın.
Şimdi olduğu gibi…
Yok oluyorlardır yaşamından silüetleri bile siliniyordun gölgelerinden…
Zaman geçiyordur ve zaman hak edemeyene harcanmayacak kadar özeldir…
Olduğunu sandığın kişi misin yoksa olmak isOlduğunu sandığın kişi misin yoksa olmak istediğin kişi mi? Bunu bilmeli insan...tediğin kişi mi bunu bilmeli insan...
Ne garip zamanlar bunlar diyerek gecenin bu karanlık saatinde düşünmeye başladım yeniden..
Ne çok düşünüyorum diyerek de içimden geçiriyorum öylece. Düşünecek ne çok şeyi var insanın... Ertelediğim, bütün geriye attıklarımı da düşünce girdabımın içine alarak her birini ayrı ayrı ele almaya çalışarak karışıyorum kendime şimdi…
Zamanın aktığını ve ne kadarda hızlı aktığını fark ettikçe kafamdaki bu çelişkileri gereksiz diye yeniden rafa kaldırma güdüsünü aklıma getirdiğimi fark ediorum...
Bütün kimyasız serzenişlerimi bir kutuya koyup üzerinden iyice bantlayıp bir dolabın hiç açılmayan gözüne yerleştirmek istedim birden…
Ne kadar çelişik düşünceler içindeyim…
Bugün iyi dediğime yarın kötü, kötü dediğime yarın iyi diyebilecek kadar karıştım son zamanlarımda...
Her günü bir olay halinde yaşamaya başladıkça çelişkilerin daha da içinde yer almaya başladığımı fark ediyorum…
Ama şunu çok iyi biliyorum kendimle çelişmiyorum...
Çevredeki silüetlerin serzenişlerini, içlerindeki çelişkileri gördükçe ve benide bu karmaşaının ortasında bir yere çekmeye çalıştıklarını farkettikçe uzaklaşıyorum her birinden...
Gerçeği anladıkça daha çok güçleniyorum, kendime yabançılaştığım zaman dilimlerinden arınıp daha çok kendim oluyorum....
Her gün bitiminde içimden "ne gündü" diyorum geçiştiriyorum ama bu sefer bütün ertelediklerim uyku aralığımda nöbetler halinde hatırlıyor ve uyanıyorum bunu da böyle yapacağım diyerek ara verdiğim uykuma kaldığım yerden devam ediyorum...
Sabaha ise yorgun argın bir bedenle başlıyorum güne.
Maalesef ki uyku sorunu yaşıyor(d)um ciddi boyutlarda…
Dengesiz zamanların bana kattığı bir alışkanlık haline geldiğini düşüncesinin farkındalığı ile uyandığım güne başlıyor(d)um…
Giyiniyorum, sabah telaşesini bilirsiniz sizde aynaya bakıyorum.
Gözlerimi siyaha boyadığım göz kalemini hep çok çarpıcı buluyorum ve göz kalemimin ardından gelen rimelimin de birleşimiyle daha çok belirginleşen yorgun gözlerime aynada bakıyorum, kendime dalıyorum…
Hiç kendinize, gözlerinize, gözlerinizin içine öylece bakıp neleri dillendirdiğini derinlemesine hissettiniz oldu mu bilmiyorum ama ben bunu her sabah yapıyorum…
Uzun süredir alışkanlık haline gelen bu davranışın da bana iyi geldiğini içimdeki o kanayan yaraların nasırlaşmış yüzeylerini görmemi sağladığını bildiğimden beklide alışkanlıklarım arasına katmış olmaktan hiç çekinmediğimi anımsıyorum bir an…
Her sabah gözlerime bakıyorum…
Bir nehir akıyor coşkulu görüyorum…
Kimsenin bilmediği, görmediği o kadar çok şeyi anlatıyor ki, benim bile farkedemediğim, kendimden sakladığım bir çok gerçeği suratıma vuruyor ...
Kendimi daha iyi anlamama yardımcı oluyor ve bu farkındalığı iyiden iyi benimsiyrom artık...
Ben derim ki sizde bir sabah karşılaşın aynalarınızla ve bakın karşınızda duran aynadaki yansımanıza gözlerinize odaklanın hatta yakınlaşın iyice aynanın soğukluğunu hissedin ve bakın gözlerinizin içine içine, öyle çok şey anlatacak ki bilmediğiniz o kadar çok şeyi sizin suratınıza vuracak ki…
Yüzleşemediğiniz, korktuğunuz ve de kaçtığınız her şeyi size anlatacak…
Gerçi sizi bilmiyorum kendi içiyle yüzleşemeyenler ve bir oyunu yaşayanlardanmısınız yoksa kendiyle yüzleşebilecek cesareti kendinde bulabilenlerden mi?
Eğer çekinceleriniz varsa kendize karşı diyecek bir şeyim yok…
Söylediklerimi unutun…
Hiç bakmayın gözlerinize ve hep kaçın kendinizden…
Geçmişinizden bahaneler yaratıp geleceğinizi erteleyin, yalanlara inanın onlara kanın ve hayatınızda duyduğunuz yalanlar adına silin, savurun bütün her şeyinizi…
Ama ben derim ki insan olabilmek için, kendine saygı duyabilmek için, sevmek içi, dost olabilmek için önce kendini tanıyabilmeli insan...
Olduğunu sandığın kişi misin yoksa olmak istediğin kişi mi? Bunu bilmeli insan...
TANURA
04 OCAK 2008
AH! BİR BİLSEN...
Ben seni öyle çok özledim ki...
İçimden geçirdiğim o altı kelimelik cümle…
Tahmininden bile fazlayken içimdeki bu coşku ve ben seni ölesiye özlemişken ve sen yokken, bu kadar uzaktayken, ben sana bu kadar uzak kalmak zorundayken, içim seninle titrerken,
gözlerim her yer de seni ararken ve içtiğim şarabım sensiz boğazımda bir yumru gibi kalırken, senle yeni bir başlangıcın olmayacağını sonsuza dek bilirken ve en azısı bunu anlamlandırırken bir seneyi daha omuzlayacak olmanın ağırlığıyla vücuduma sızan ağrıları da hissederek yeni yıla, gelen yıla kadeh kaldırıyorum.
Hayatımdan geçişine ve olmayışının verdiği sızıya bile bedenimin hala ayakta dimdik duruyor oluşuna kadeh kaldırıyorum...
Ah! Bir bilsen diyorum bir bilsen nasıl özledim seni...
Kendimden her kaçtığımda biraz daha özlediğimi...
Elime kadehimi her aldığımda ve tek bir yudumla bile ruhumu kendi sarhoşluğuna hapseden şarabın kırmızılığında biraz daha özlediğimi bir bilsen...
Kaldırdığım ve kadehine tokuşturamadığım her anda biraz daha özlediğimi bir bilsen...
İçimdeki o kanaması dinmeyen yaranın sancısını bir bilsen…
Anlardın yüzümün eksin kalan ışığının aydınlatamayan yalnızlığını…
Yüzümün gülmediği, eksik geçirdiğim bir yeni yıl aralığı şu sıralar yaşadığım...
Gülümsememden öte kahkahalarıma alışmış olan insanların diliyle solgun bir yeni yıl bedenimde izlerini sürdüğüm...
Dileksiz ve birazda ümitsiz bir yıl aralığı ama hayattan yana değil aşkından yana, senden ve de bizden yana olan o nefessiz ve tükenmiş...
Soluğum efkârlı...
Nefes alıyorum efkâr doluyor bedenime...
Boğuluyorum kokun geliyor avuçlarımdan soluğuma tükeniyorum...
Ah bir bilsen öyle çok özlüyorum ki...
Elime yüzme bulaştırıyorum sensizliğin avuntularını...
Ah! Bir bilsen avuçlarımda ki ayazın kırıp geçtiği bahar dallarımı...
Solgun mevsimlerimi, açmayan çiçeklerimi, tutmayan mevsimsiz bahar goncalarımı…
Ah! Bir bilsen…
Sevdanın bedenimdeki umarsız izlerini…
Tanura
Geldi geçti koskoca sene diye aklımdan geçiriyorken sesli düşünme isteğiyle bir heyecan sardı beni efendim :)
koskoca sene geçti geçti de neler kattı neler aldı gitti orası ayrı bir konu...
hayatımıza kattığından daha çok alıp gitti mi orası bambaşka bir konuya buna hiç girmek istemiyorum açıkçası...
Şimdi efendim bu yılın herkese, bütün sevdiklerime ve bütün sevmediklerime ama saygı duyduklarıma, saygı duyma hissini yitirdiklerime, beni sevenlere, beni tanıyanlara, beni tanımak isteyenlere, inatla tutan ve bırakmayan tutanlarıma(gerçi iki kişi yoğunluktan dolayı yine bırakmış ama :P), tutup tutup bırakanlarıma :D, arkadaş ağımda olmadan msj atanlara, herkese açık not kutuma not bırakma nezaketini gösterenlere, sosyomata her gün inatla girenlere, birbirini yiğenlere, onlara, bunlara yazamadığım not kutusuna sosyomatın ve benim bilgisayarımın düzenlediği komplo dolayısıyla msj bırakamadıklarımın herkesin işte yeni yılını kutluyorum..
Yeni yıl size sağlık, mutluluk, aşk, huzur, sevgi, umut ve BARIŞ getirsin...
hepinize sevgiyle öpüyorum :)
ve şunu ekliyorum kin kusmaktansa insanlara gülümsemeyi tercih ediyorum :)
Bir de kendime bir laptop ve profesyonel bir fotoğraf makinesi dliyorum :)
Ben hep en mutlu olduğum anlarda ölmek isterim!
Ben hep en mutlu olduğum anlarda ölmek isterim!
İçinizden geçeni duyar gibiyim.
Yok yok bu sizin tahmin ettiğiniz gibi garip ya da saçma bir düşünce değil aslında istekte değil, sadece bir düşünce aslında…
Hep korksam da bu cümleyi kurmaktan yine de bu hissiyattan hiç vazgeçemediğimi fark ediyorum, bu gece yarısı yeniden. Güne iyi başlamışken ve sonlandırmak üzereyken şimdi nereden çıktı, aklına neden geldi diye sormayın bana, mantıkta aramayın. Aklımın bir köşesinde hep duran ve hiç silinmeyen bir yazgı gibi...
Hepimizin içinde garip tedirginlikler uyandıran o dört harfli kelime ”ÖLÜM”!
Zamansız gelen, bizi aniden saklandığımız o kuytudan tutup çıkartan ve kendi derinliğine taşıyan dört harfli, tek kelimelik ama anlamı ”YİTMEK” olan o can sıkıcı garip son…
Her canım acıdığında hissettiğim ama her mutluluğumda ise ya gerçek olursa şüphesiyle telaşlandığım garip bir hissiyat işte sadece mutlu olduğum anda yitmek...
Bu öyle bıkkınlık anlatan bir cümlede değil.
Seviyorum ben ne kadar canımı acıtsa da bu hayatı !
Sevdiğim bu hayattan mutluyken ayrılmak istiyorum o kadar ama mutluyken de bir o kadar kopmamak ve hep aynı mutlulukla yaşamak ama hayat izin vermiyor her daim mutluluğa…
Mutlu olduğun kadar üzgün zamanların olacak diyerek suratımızı çarpıyor gerçek dediği bütün yanılgıları…
Her daim mutlu kalabilmek bizler için imkansız…
Bizi mutsuz edecek bir şeyleri mutlaka yaratabilecek ve sahip olduklarımızı dahi yitirecek kabileyete sahibizdir. Hayatlarımızın içinde en güzel zamanlarımızda bile bunu en başarılı şekilde gerçekleştiririz ki en acısı aynı başarıyı mutluluklarımız adına hiçbir zaman gösteremeyiz…
Oysaki biraz emek gerektirir mutluluk ve güzel olana sahip olmak, sahip olduklarının da bilincine varmaktan geçer bunun yolu.
Bu konuda ne kadar başarılıyım bilmiyorum ama savaş verdiğimi biliyorum en azından kendi adıma, bunu yapmak adına…
Bu hayatı, bu hayat içerisinde soluk almayı ve bana yaşattığı karmaşanın içinde kaybolmayı seviyorum ben…
Ansızın yaşadığım depremlerle, düştüğüm kuyularla ve yansıdığım ve yansıttığım kelimelerle, fotoğraflarla, düşlerle, şarkılarla ve hayallerle sızmayı bir ömre seviyorum ben…
Soluk soluğa kaldığım her anda nefes almanın hazzını ve bana hissetirdiklerini,
gözlerimi kapadığım gecede sabaha uyandığım da güneşi görebilecek aydınlığa sahip olmayı, yürümenin verdiği öz güveni, dokunabiliyor olmanın verdiği hissiyatı yani yaşamı hissetmeyi seviyorum ben. Dedim ya sakın yanlış anlamayın başlığı görüp de bir telaşa kapılmayın!
Kokusunu içime çekmeden duramam ben bu hayatın.
Ani serzenişlerle tokatlar atarak suratımda kızarıklıklar bıraksa da, yaşattıklarıyla derin izler bıraksa da bu hayat, yaşamak düşüncesinden vazgeçemem ben…
Ve yaşıyorum ben !
Dedim ya işte sadece garip bir hissiyattır benimkisi “mutlu ölmek adına”…
TANURA