25 Ocak 2009
SUSYORUZ... ÖLÜYORUZ... ASLINDA HİÇ YAŞAMIYORUZ!
Kurumsal yalnızlıklarımızın ötesinde tek dokunuşluk sevişmelerin gölgesi vuruyor yüzümüze!
Hayat bildiğini okurken aynalar dar geliyor boğazımızda düğümlenmiş lokmaya…
Kader artık avuç içine yazılıyor!
Leş kokuyor sokaklar!
Yalan göbek adımız olurken bacaklarımızın arasından süzülen kan gölleniyor!
İki kadeh şarap, bir kaç güzel söz dahi boşluklarımızı doldurmaya yetmiyor!
Daha fazlasını isterken, doymayan gözlerimizle bakarken tükettiğimiz her şeye ve her bir tenin derisini yüzerken tutuluyoruz ağlama nöbetlerimize ve hiç bir nöbet bir sonrakini ertelemiyor!
Kimyasal bir günün çıkmazında leş kokulu sokakların karanlığına adımlar atıyoruz karanlık gölgelerimiz ardımızda!
Hiç bir günü aydınlatmıyor ve hiç güneşi göremiyoruz!
Susuyoruz...
Ölüyoruz...
Aslında hiç yaşamıyoruz!
21 Ocak 2009
TEK KİSİLİK SIR
Ağır adımlar eşliğin de geliyordu…
Sakindi!
Sessi çıkmıyordu, sesini çıkartmakta istemiyordu…
Bir yerdi, beklide bir yerdeydi ama yerini hiçbir zaman söylemiyordu.
Sizin deyiminizle işini iyi biliyordu!
Anlatıyor anlatıyor ama sıkılmıyordu, sıkmıyordu en ince noktada damarlarından kana karışıp seni kendine hapsediyordu…
Kendini bırakıyordu sana ama senin olmuyordu seninmiş gibi davranıp ummadığın anda kendini senden alıp o yere saklanıyordu. Hani adını, sanını, yerini bilmediğin o yere.
Önce afallıyor sonra alışıyordun…
Alışmaya da alıştığın gibi artık canını acıtmıyordu…
Burnun daha seyrek kanıyor…
Ellerin daha az yara alıyordu…
Gidiyordu… Gelmekten korkuyordu çünkü…
Kendi korkularında hapis olurken senide kendine hapsediyor içinde büyüyüp taşıyordu…
Ama bunu hiç fark etmiyordu!
Gözlerine yaş, bakışlarına derinlik olarak yerleşiyordu…
Oydu… O olacaktı…
Korkularından arınıncaya kadar kimsenin olamayacak, kimseyi o denli sevemeyecekti…
Gizdi…
Tek kişilik bir sırdı paylaştığı…
İsmi yoktu… Şekli yoktu…
Ne sıcak ne soğuktu…
Ne üşütüyor ne ısıtıyordu…
Kendi gibi senide öldürüyordu…
20 Ocak 2009
BİRAZ DAHA MAVİ, BİRAZ DAHA DENİZ...
Konuşmuyorsunuz…
Nefesiniz kesik kesik…
İyi misiniz?
Sorulan soruları duymadığını anımsıyor şimdi.
Yorgun argın çıktığı yolun yarısına gelmeden kendini kaldırım taşlarının soğuğunda buldu…
Gözleri yarı açık etrafında kadınlar, çocuklar ve adamların meraklı bakışları arasında kaybolurken bulmuştu. Ne olduğunu, nasıl olduğunu anlayamadığı bu durumdan kurtulmak istiyordu. Yardımlar eşliğinde zar zor doğrulduğu yerde başındaki sersemliği fark etti. Dudağının kıyısında akan kanın tadı damaklarında hissederken aklında o an bir kez daha canlandı…
Birçok şey olmuştu, birden bire bütün hayatı altüst olmuştu…
Oysa her şeyi yerli yerinde yaşamayı seviyordu…
Dolabı dağınık olmayacak, eşyaları yerlerinden milim kaymayacaktı…
Sevmediği her şeyin esiriydi…
Sevmediklerinin yükü omuzlarından boynuna ağrılar bırakırken o yapamadığı her şey adına üzünçlerini sıralıyordu…
Etraftaki seslerle yeniden ayıldı…
İyiydi öncesine göre, azından zar zor çıkan cümleler ile sevmediği o uğultulu kalabalıktan kopup gitmeyi başarmıştı…
Dudağındaki kan kurumuştu..
İçinde hissettiği o boşluk, tarifsiz bir acı hissettiriyordu…
İçinde boğulmak üzereydi ama ağlamayı hiç beceremiyordu ki hiç becerememişti…
Ayakları onu denize götürmüştü, derin derin nefes alıp şimdi ne yapacağım diye yeniliyordu içinde kendi kendine sorularla doluydu düşünceleri soru işaretlerine yenikti…
Her şey öylesine aniydi ki…
Nasıl anlamamıştı, nasıl anlayamamıştı yabancılaşan bu adamın gözlerindeki o derin uzaklığı, nasıl da görememişti...
Nasıl da o olmuştu ama onun kendi olmadığını nasılda fark etmemişti…
Ellerini aynı sıcaklıkla tutmadığını ve yapay sevişmelerin sabahında kaçıp giden gözleri nasılda görmemişti…
Şimdi her şeyi anlıyordu…
Ona kızmıyordu içinde kızacak bir şey bulamıyordu daha çok kendi ile hesaplaşıyor kendini bu denli savunmasız bırakmasına anlam veremiyordu…
Öyle körü körüne bağlandığı hayatının ellerinin arasından gidişine bile kızamıyordu…
Herkes kendi sonunu kendi yazıyordu şimdi bunu daha iyi anlıyordu…
Hava kararmış akşam olmuştu bütün bir günü aynı sorular, aynı düşünceler eşliğinde geçirdiğini fark ettiğin de artık canı eskisi kadar yanmıyordu…
Yeni bir hayata yeniden sahip olacağını fark etmek kırgınlıklarının içinde tebessüm olmuştu ama henüz hazır değildi hayatına tanık olan onla karşılaşmaya…
Biraz daha mavi görmeli, biraz daha deniz koklamalıydı…
Saçları nemden yapış yapış olmalıydı…
Ancak o zaman ayaklarının üzerinde durabilecekti…
Deniz onu hep güçlü kılmıştı bu kez de aynı hissi yaşatacaktı.
Her şeyi geçmişte bırakıp geleceğe yürüyecekti…
Bir kez daha bunu başaracaktı bunu hep başarmıştı…
12 Ocak 2009
BİR KEZ DAHA...
elime yüzüme bulaştırdığım bütün aşklarımın gölgesi vuruyordu yüzüme...
ne sana gelebiliyor ne de senden gidebiliyorken,
hüzün göz bebeklerime yerleşmiş bir duvar iken
ben ne senin olabiliyordum neden sensiz kalmayı göze alıyordum...
saklanıyorum şimdi…
kendi içimde kimsenin bilmediği o derin yalnızlıkta saklanıyorum…
usulca soluyorum hayatı…
gölgesi deymişken yüzüme bütün yaşanmışlıkların adını soluyorum şimdi…
Sesler duyuyorum beynimin içinde saklı tutuğum o yer de!
İçimden isimler geçiriyor, görüntüler renkler görüyorum…
Sesler ansızın kesiliyor, Görüntüler gidip geliyor!
Sesler duyuyorum bilmediğin, saklandığım o yer de!
Adımı çağırıyor biri duyuyorum…
Yönümü bulamıyorum
yitip gidiyor sesler ve bütün görüntüler
ben yine kendime dönüyorum
çelişkilerimin tutarsızlığında verdiğim yeni kararların karasızlığında boğuluyorum…
derin bir çığlıkla bölüyorum gecemi…
rüyalarımın anlamsızlığında bir kez dahi olsa yüzünü görüyorum,
ellerini yüzümde görüyorum…
bir kez daha yitiyorum…
bir kez daha yitiriliyorum…
9 Ocak 2009
İÇİM(N)DE BİR YER!
Çok soğuk diyerek irkildi!
….
Yüzünde soğuk bir esinti, ellerini uyuşturan bir soğuk… Ne zaman ve nasıl geldiğini anlamadığı bu sahil kenarı…
Oysa en son bir öğlen uykusunun yenik savaşçısıydı ne olmuştu da birden bedenini üşüten bu sahil kenarına gelmişti…
Anlamamıştı…
Zaman öyle çabuk akıp gidiyordu ki hava kararmaya başlamıştı bile koşuşturan insanlar fark ediliyordu… Otobüsler geçip gitmeye başlamışlardı, köprü her zaman ki kalabalığı ile üzerinde ki yükü ağırlıyordu…
Saçları savruluyordu, rüzgar okşuyordu saçlarını….
Başı dönüyordu gördüklerinin seyrinde görüntüler yerleşiyordu gözbebeklerinin heyecanına…
Aklına o geliyordu…
Çok zaman geçmişti üzerinden, unutmuştu da…
Unutmaktan çok düşünmeyi bırakmıştı aslında ama ne zaman deniz kokusu bu kadar şiddetlense aklına onun kokusu gelirdi…
Denize olan aşkı onda bu kokuyu barındırdı…
Deniz kokulu adamın deniz kokulu kadınıydı bir zamanlar…
……
İnsanın içini acıtan o derin yaşanmışlık…
Her yeni an, her yeni koku, her görüntü geçmişin çağrışımı…
Dokunulası zamanların şefkati…
İnsan özlüyordu ne olursa olsun doğru ya da yanlış insan bir şekilde hep özleyen oluyordu…
Saçlarında rüzgar, aklında yenilgiler ve beklentiler yürümeye başladı…
Soluk soluğa bir mevsimin en dokunulası zamanlarına şahit anlardı…
Hafiften yağmaya başlayan kar içinde geçiştirdiği mevsimlerin beyazı gibiydi…
Azında kızıl şarabı anımsatan bir tat gibiydi…
Gözlerinin buğusun da çekilemeyen fotoğrafların arşivi duruyordu…
Keşkelere yenik zamanlar duruyordu…
Üzerinden geçen zamanın ardından bir karşılaşma sonrası hissettiği pişmanlığın aynısı avuçlarının içinde duruyordu..
Elleri yeniden kanıyordu…
Korktu kendinden...
Bütün bu düşündüklerinden, hissettiklerinden ama en çok içinde oluşan bu özlemden…
Evinin kapısını açtı kendi seyri ile karşılaştı aynada yansıyan yüzüne baktı…
Gözlerinin çukuruna…
Göz bebeklerindeki bütün fotoğraflara…
Ellerindeki yaralara…
Korktu kendinden bir kez daha bütün hissettiklerinden…
Korktu kendinden dilinde kümelenmiş bütün sözcüklerinden ama en çok içindeki o dindiremediği özlemden…
7 Ocak 2009
VE BİR KEZ DAHA ÖLECEĞİZ!
Hayat hep aynı çizelgeyi çiziyor önümüze. Koşullanmış bütün yalnızlıklar gelip bizi buluyor, ardından çivilediğimiz kapıya dayanıyor...
İnsan hep acı veren ve hep acı çeken oluyor...
Yeni baştan hep yeni baştan yaşanıp gidiyor…
Farklı insanlar aynı senaryolar...
Görkemi gözlerimizi kamaştırıyor,
Avuçlarımızı kanatıyor şehveti!
Çılgınca seviyor, sevişiyor, seviliyoruz...
Kedimize acılar beğeniyoruz
Ansızın yok ediyor yok ediliyoruz...
Hayat başa sarıyor kaldığı yerden
Bizler her defasında bir kez daha ölüyoruz!
Yine aynıyız…
Yine aynı olacağız, aynı çelişkide boğulacağız..
Yaralarımızı sarıp yeni yaralar açacağız…
Kanatacağız,
Kanayacağız…
Dokunmaya korkarken,
Kendimizden kaçarken yine aynı yazgının içinde kendimiz bulacağız…
Yine aynı kokuyu duyup aynı tutku ile baştan çıkacağız…
Ve bir kez daha öleceğiz!
2 Ocak 2009
VARDIN YOKTUN...GELDİN GİTTİN...
Vardın…Yoktun…
Gün doğdu geceye vurdu..
Ardı ardına hayat soluğunu hissettirmeye devam ederken adın ağzımda dudaklarımın ucuna yerleştirilmiş küfür oldu!
Tadın ekşiydi, rengin de griydi…
Geldin…
Rüzgarın esti saçlarımda ılık bir esinti oldu...
Kokun geldi içimde telaşlı bir heyecana sebep oldu...
Ardından sen geldin elim ayağım birbirine dolaştı...
Gittin…
Bütün yazlar kışa döndü,
Bendeki sen benden öte oldu...
Kokun yastığımda iz oldu...
…