27 Kasım 2008

Adam ve Kadın!

Bir hikaye var şimdi yazılmış olan...
başlangıcı olmayan sonlara yazılan...
bir adam var ve bir kadın...
koca koca boşluklar yaratan iki hayat var...
bir geliş ve bir gidiş var
umut avuçlarının içinde tutuğun o yer de...
belki iğne ucunda ki boyanda
kaleminde ki kursunda var...
Ya da umarsız çekip gidişilerinde var...
bir hikaye var yazılan ama henüz paylaşılmayan...
iki kişilik bir hikayenin çıkmaz sokaklar kenti yalnızlığı var...

22 Kasım 2008

ÇOCUKTUM AMA...



Toz kir içindeydi ellerim.
Paslı bir dünyanın içinde belirmişti sorumluluklarım...
Çocuktum ama bilmiyordum çocuk olmanın gülmek olduğunu,
Çocuktum ama bilmiyordum çocuk olmanın oyunlardan geçtiğini...
Oyunlardan geçtiğini...
Gülümsemek miydi çocuk olmak yoksa kazanılan alın terinde miydi hiç bilememiştim…
Paslıydı bir demir dünyam....
Çocuk olmadan kocaman adam oluvermiştim...
Çocuk olamadan anne,
Çocuk olamadan baba oluvermiştim...
Kundaktaki kardeşin alın yazısında...

Şiir : Tanura
Fotoğraf : Serhat Taykutgül

20 Kasım 2008

GİZLENİYORUM BIRAKTIĞIN GÖLGENİN KUYTUSUNDA...

Ufak notlar alıyorum kendime hatırlamayı unuttuklarımı hatırlamak adına...
Zamana bölüyorum...
Kendimi kendimden çıkarmaya çalışıyorum sonucu hiç bulamıyorum bir kez daha yüzleşiyorum olmadığım, olamayacağım o gerçek ile...
Kimsenin başarmadığını başaracak bir kahraman aramamın sebebini soruyorum kendime defalarca ama açıklama bulamıyorum sorularımın cevabını hiç bilmiyorum...

Kendi kendimi çiziyorum...
Kurumuş yapraklı ağaçlarımı çiziyorum bir kez daha beyaz kağıdıma sonrasında boyuyorum turuncuya gölgelerine gizlenmek adına yeni baştan yaratıyorum...
Seni, beni ve bizi...
Bedenime doldurduğum her bir adı gölgelere buluyorum...
Küçük notların seyrinde anımsayıp tekrar unutuyorum yapmam gereken her şeyi...
Kendime veda senfonileri yazıyorum...
Bilmediğim bir ses ile okuyorum dizelerim de ki anlamsızlığı...
Uzanıyorum yatağımın anlamsız beyazlığına kulağım da ki ses ile..
Adını fısıldıyorum geceme...
Gizleniyorum bıraktığın gölgenin kuytusunda…

18 Kasım 2008

ÇİZİLMİŞ YÜZÜM!

Hadi yeniden başlayalım
Kaldığımız o yerden…
Çizilmiş yüzümün kuytusunda...
Hayat gecikmeden!

İçimden geçen cümleler…
İtirafı zordu…
Bir yer olmalıydı içine gizlendiğimiz yüzümüzdeki utangaç kırmızılığın fark edilmediği karanlık bir kuytu…
Söylemesi zordu bunca zamanın üzerine hissedilen o tanıdık duygunun keşfini…
Anlamsız cümleler kurma ihtimalini yüksek kılan heyecanın bütün bedenim de dolanıp duran ne olduğu belirsiz hissiyat ile dolup taşışını…
Anlatılması güçtü…
Dokunması ise olası değildi…
Bir yüzdü kalemden kağıda yansıttığın…
Bir yüzden öte bir bakışın kuytusuydu kaleminden kağıdına yansıttığın…
Şimdi bir bütünün bir parçasıyken, çizilmiş bir yüz iken hayatın anlam kargaşası koşullanmış bütün yalnızlıklara elveda…
Şimdi uzanıyorum gölgelerin karanlığından çıkan bir ışık huzmesinin altına…
Çıplak bedeni bütün kuytuları ile şekillendir!
Ölç ve çiz!
Anlat!
Beni değil, sen de ki beni bir kez daha anlat!
Anlat bilmediklerimi, şimdiye kadar hiç öğrenemediklerimi…
Duymadıklarımı söyle…
Gözlerini kapat, gözlerimi kapat bir gece karanlığında öp beni!

...
18 Kasım 2008
21:00

7 Kasım 2008

GİDELİM BİRBİRİMİZDEN...

Sus söyleme
Sessin duyulmasın
Hüzün kokan kokun yayılmasın odama…
Dur dokunma ellerinle,
bedenime bedeninle
İz kalmasın sıcaklığından üşüyen benliğime…
Sevme beni
Yüzün seyrime düşmesin bir kez daha
Kalk gidelimlere yol almadan
Hani o hüzün kokan yolların ayazına vurmadan gece bizi
Gidelim birbirimizden…
O boşluğa yazılan bütün kelimelerden kurtulalım
Saklanalım acıtan yalnızlıklardan…
Bir kez daha gebe kalmadan bitimsiz gecelere
Bir kez daha tanık olmadan sabahı olmayan gecelere
Bürünelim birbirimizin bilmediğimiz kaçışlarına…
Parçalanmış bedenlerin kanayan yaralarına basmadan,
Yüzümde bırakılan her bir iz kanamaya başlamadan gidelim birbirimizden…

Umut yok yarına,
Bedenlerimizde koşullanmış bu acıdan dönüş yok yarına…
Gitmek yazılmışken isimsiz boş kuytulara bu telaşta yarın yok!
...
..
.

DUDAKLARINDA KIRMIZI HÜZÜN VE ÖLÜM KUSAN YÜZÜN!

Dudaklarında kırmızı hüzün ve ölüm kusan yüzün...
Unutmuyorum ben giderken bana bakan gözlerinde parçalanan hayal kırıklıklarını...

Kendimi ve seni bir kez daha yanıltıyor olmanın ağırlığı ile geçip gidiyorum bir kez daha parçaladığım hayatından ve susuyorum!
Yitirdiğim cesaretimle, yürüyemediğim o yol da yeniden çakışan zaman dilimlerinin orta yerinde öylece duruyor olmanın acısını hissediyorum…

İkimize dair olan bu gerçekliği senin kadar benimseyemediğim için üzgünüm!

Bana sunduğun, benim için yarattığın yaşamın içine sığdıramadığım ruhum adına üzgünüm!

Sana her bakışımda kendimi gördüğüm halde her şeyi bir kenara bırakıp gelmediğim her an için üzgünüm!

Hiç vazgeçmediğini bildiğim ve hiç vazgeçmeyeceğini bildiğim için üzgünüm!

Yapacak bir şey bulamadığım için, söyleyecek sözüm olmadığı için üzgünüm!

Şaşırıyorum evet şaşırıyorum ama en çok içinde yaşattığın bana şaşırıyorum...
Kan kusuyorum gecelerine, kırmızıya buluyorum hayatını ama senin, ama benim gecene bıraktığım izin rengine duyduğun hayranlığa şaşırıyorum…
Ne desem bilemiyorum, ne denir bilmiyorum…
Aklının hangi geçmişte kaldığını, aklın da hani an da saklı kaldığımı bilmiyorum…
Sende neden bu denli canlı kalabildiğimi hiç anlamıyorum…
Ama en çok kendime kızıyorum yaşamak istemediklerimi sana yaşattığım için, en çok kendime kızıyorum kendimi ve bizi sana unutturamadığım için…
En çok kendime kızıyorum bütün tatminsiz isteklerimi geride bırakıp Her şeyi yok sayamadığım için…
Üzgünüm sevgilim seni sevmeyi beceremediğim için!

An bu an...
2003’ten....27 Ekim 2008’e!
Adın hiç unutmadığımdır!