28 Mart 2008

IŞIĞIMA

Ne desem bilemiyorum şimdi…
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlardan bu sessiz bekleyiş!
Dilden çıkan zehir kelimeler, dudaklarımın ucundan kelimelerime dökülen…
Ne desem bilemiyorum şimdi,
Adını hangi dilde ansam,
Yüzüne hangi mevsimi yansıtsam bilemiyorum…
Sonbahar olup yapraklarını mı döksen,
Kış olup kar’a mı bulasan her yeri,
Bahar olup çiçeklere mi büründürsen,
Yaz olup güneşe mi doyursan renklerini bilemiyorum…
Senin ardından sana ne yazacağım bilemiyorum…
İsminden ve yakınlığından başka bir şey bilmiyorken ama içimde sevgini ve sıcaklığı bu denli hissederken sana hangi cümleleri yakıştırırım bilemiyorum!
Şimdi ne demeli,
Şimdi nerden hangi başlangıca uzanmalı bilmiyorum.
Seni yersiz sözlerle incitmek ise hiç istemiyorum…
Biliyorum ki hissediyorsun her zaman olduğu gibi uzaktayken gülümsememi gördüğün gibi,
Şimdi büzüşen dudaklarımı ve gözlerimdeki yaşarlı görüyorsun…
İçimde ki derin boşluğu hissedebiliyorsun…
Işıktın,
Işığımdın,
Işığımızdın…
Söndü demeye dilim varmıyor,
Dilim sadece yeniden o gökyüzü denilen mavilikte gözleri açmış olduğunu söylemek istiyor…
Ötesini düşünmek ise içimden gelmiyor…

Işık (fly2) şimdi yok,
Sadece bu hayat denilen kavramda yok,
Işık hayatlarımızın içinde,
Işık bütün sevdiklerinin ve onu sevenlerin yüreğinde, aklında, içinde…

Seni Çok Seviyorum Işık…
Huzur içinde uyu…
Hep yanındayım ve sen hep yanımdasın…
Sen hep yanımızdasın...

KESİK DUDAK...DOKUNMASIZ AŞK...........

İsimsiz,
Sualsiz,
Dilsiz…
Kesik bir dudak
Kanayan!
Kesik bir dudak dudaklarımda yozlaşan…
Dudaklarım pansuman!
Nefesim de korkular saklı…

Susuz,
Çöl sıcaklığı,
Akışkan mevsim yalınlığı tadın,
Tenim sıcak
Ellerim(n) uyuşuk
Konuşmak yersiz,
Yurtsuz bir başlangıç adın!

Ellerin yalana akan kan,
Kanın kara,
Gölgelerin kara,
İsyan tüm bedenim
Aklım kara!
Kurgusuz bir yazın
Yalnızlığım!
Şuursuz, bilinçsiz
Dokunmasız aşk benimsediğim!
Savaştığım,
Ölüme yakın bulduğum

AN ŞUAN...
ETKİLİ YALNIZLIK...

27 Mart 2008

PARMAK UÇLARIMDA HAYATI HİSSEDİYORUM!

Kendime notlar yazıyorum...
Vedalar edip, yeni hikâyelere yeni kahramanlar ararken buluyorum.
Ayaklarıma inen karasularla yorgunluğun dibine vuruyor, yorgunlukla gelen uyku nöbetlerinde süslü düşler kuruyorum…
Düşünceler içinde kan’a ve ter’e uyanılan bir sabaha merhaba diyor, her arayışın sonunda aynı kahır ile küfürler savuruyorum duymadığınız, duymayı hiç bilemediğiniz!
Görmediğiniz bütün ayrıntıları gözleriniz içine sokmak için can atıyorum…
Tuval’e yansımış resmin gölgelerini hiç fark etmediğinizin farkındalığında renkleri, beli belirsiz gökyüzü kalabalığını suratlarınıza yansıtıyorum ama sizler görmeyi bilmiyorsunuz, aslında görmek istemiyorsunuz…
Ve ben göremediğiniz gözlerinizle hayatı nasıl algıladığınızı anlamaya çalışıyorum...
Anlamlar katıp size canlar veriyorken buluyorum kendimi...
Kokunuzu duymuyorum, teninizi bilmiyor, sıcaklığınızı ise hiç hissetmiyorum...
Cümlesel dokunuşlarınızın ise sahte olduğunun bilincinde gülümsüyorum...
Vermediğim bütün kararları verip, yeniden parmak uçlarımda hayatı hissediyorum!
Artık zorlanmadığımı fark ediyorum, farkındalıkların garip soluk alıp verişlerle bölünemeyecek kadar sabit yerler edindiğini anladığımda ise korkulu bir telaşla geçiştirmeye başlıyorum her şeyi…
Uzaklaşıyorum…
Geride bırakarak bütün süslü geçmişi yürüyorum…
...

SAĞIR ET BENİ!

Sağır et beni!
Sesin bürünsün şeklime
Adım olsun adın…
Sesin bedenimi,
Sesin ruhumu,
Delik deşik etsin
Sen unut bütün geçmişleri…
Sen unut bütün yaşanmışları…

Sağır et beni!
Yersiz öfkelerle kus kinini
Çığlıkların dönüşsün…
İsimsiz kahramanlarıma
İsim olsun sesin
Tiz çığlıklar gibi
Delip geçsin
Kulaklarımda izler bırakan
Sevgi telaşına
Anım olsun

Sağır et beni!
Hadi durma söyle
Sessinde yansıyan
Yalnızlıklarını fısılda
Duymadığım,
Bilmediğim
Sevgi sözcüklerini
Fısılda bana
Şiir ol,
Nota ol,
Yerli yersiz iniş çıkışları olan
Eksik bir şarkı ol…
Tamamlanması olası olmayan
Bir aşkın namesi ol…

....

Düşten bana, benden ona...

17 Mart 2008

SANA BENİ SEVMEYİ NASIL ÖĞRETEBİLİRİM Kİ...

İsmin yok henüz, bir bedenin yok...
Şekillenmiş bir yalnızlıklığa şahitliğin yok!
Nerdesin, bir yer de olabilir misin ya da ismin devlet tutanaklarında var olabilir mi bilen yok!
İsimsiz kahramanlar bir avuntunun dokunuşunda var olabilirler mi?
Bir başlangıç ve bir son olabilirler mi bilen yok!
Bildiğim bir şey yok!
Dokunuşlara esir olan bir hissiyata sahip kılabilir miyim seni onu dahi bilmezken,
İsmini her cümlemde anışıma dahi anlam bulamazken, içimdeki hissiyatın beni soluksuz bırakışını bile anlamlandıramazken, seni rüyalarda süsleyen ben ki seni bundan haberdar dahi etmenin yolunu bilmezken ben sana beni sevmeyi sana nasıl öğretirim ki...
Hangi dil sana bunu anlatabilmem de yardımcı olur ki…
Ya da hangi iklim bu denli bedenimi kavurup geçer ki…
Aklımda isimlerden oluşan bir ağaçken yalnızlık, ellerim dilsiz bir haritayken, dillerim sus pus olmuş iken ben hangi bedenin çığlığında hayat bulabilirim ki?
Bilmediğim tenlerin hayali bu denli derin çizgiler bırakmışken bedenime ben şimdi sana tüm saflığımla nasıl soyunabilirim ki…
Kollarımı bu denli umarsız açıp sana gel nasıl derim ki…
Bilmediğim duyguların bütün özlemini sende çıkarmayı nasıl düşleyebilirim ki…
Hadi isimsiz kahraman susma söyle şimdi bembeyaz sayfalara kan kırmızı aşkımı nasıl akıtabilirim ki…
Tuzlu teninin kimyasında kendime yeniden bir hayat nasıl yarabilirim ki…
Hadi susma isimsiz kahraman susma ama her şeyi sırtlarım da deme bir daha bütün acılarına şahitlik eder yarana elerimi basarım da deme bana…
Benimle yarına dair güven cümlelerinde buluşma!
Hangi sevdalı durabilmiş ki verdiği sözlerin, sarf ettiği doğruluk yeminlerinin ardında…
Ve hangi sevdalı oyunsuz durabilmiş ki aşk nöbetlerinin perde arkalarında…
Ve hangi sevdalı bu denli tutkun kalabilmiş ki sevdasına…
Şimdi bana gel deme…
Herkes yenikken kendi yalanlarına bana yeni sevdalardan,
bana yeni başlangıçlardan,
bana aşkın tutkulu cankurtaranlığından bahsetme!
Her şey yalanken, aşk bir telaştan öte bir serüven de anılmazken bana uzanmış ellerini gösterme!
Uzanmış ellerini pembe düşlerine de bu denli korkak, bu denli güvensiz zamanların gebeliğinde sana beni sevmeyi sana nasıl öğretirim ki...

....DİŞLERİMDE KAN PIHTILARI VAR....

Dişlerimde kan pıhtıları var
teninden sızan tuzlu bir gecenin şehvetinde namussuzluğa gebe ateşten bir gece var...
Yarına ak,
yarına temiz çıkılamayan bir yangının alevleri ortalık yerde öylesi savrulan...
İçinde taşan fırtınaların,
sapkın yalnızlıkların da biriken ve
bir birikintinin girdabın da boşalan bir gece var...
Öylesi sancılı,
öylesi tutkulu...
İki çılgın aşığın esaretinde...

Dişlerimde kan pıhtıları var
aşk avuçlarımda biriken gül goncalarında...
İki kor yangından ibaret bedenlere bırakılmış ateş ısırıkların da...
Karanlık gecenin yatak odası loşluğunda...
Titreyen yatakların,
umarsız yarınlara bıraktığı yarınlardan kendine kattığı
düş sancılarında...

AŞKIN ADI OROSPUYA ÇIKTI

Her şeyin farkına vararak irkiliyorum!
Ne garip ve manasız bir giriş cümlesiyle başladım yine…
Yalanlar yalan yalanlar ve yalanlardan bozma oyunlar, maskeli, renklerle boyanmış yüzler…
Yüzsüzler…
Hiç kimseye inanmıyorum artık ve kimseye güvenmiyorum, güvendiğim zamanlara ise üzülüyorum…

Gene içimi acıtıyor özümsediğim, hayatıma kattığım, ayrıntılara gizlediğim her şey canımı acıtıyor yine…
Garipsiyorum, hayretler içerisinde izliyorum…
Ne çabuk benimsiyor insanlar bir kadını ya da bir adamı.
Aşk masalları yazıp, tutkulu sözcükleri ne kolay sarf ediyorlar birilerine ve kendilerini nasıl da sıradan kılıyorlar !
Kendilerini nasıl da özel sanıyorlar…

Aşkın adı opospuya çıktı!

Aşkın adını orospuya çıkardıklarını nasıl da fark edemiyorlar…
Yalanlarını dilendirmekten nasıl da çekinmiyorlar…

………………

Devam edesi gelmiyor insanın…

Kızıyorum…
Ne çok oyuncu var şaşıyorum…
Kelimelerle hüküm sürme çabanıza ise gülüyorum !

KISA METRAJLI SEVGİLİ

Şimdi uzaklarda değilsin ama sonra uzaklara gideceksin…
Yeni bir düşle yeniden yeni bir rol edineceksin...
Belki yorgun bir savaşçı olacaksın, belki yine yetme acemi bir âşık kalacaksın…
Belki de hep aynı kalıp etrafında değişen insanlara yeni kostümler giydirip onlara hikâyeler yazacaksın...
Şimdi uzaklarda değilsin ama sonra uzaklara gideceksin…
Hani kural bu ya, hani her aşk bitmek için başlamıştır ya.
Yeni bir masal için yol alacaksın ne ben ne de sen yetmeceğiz birbirimize.
Kural bu ya hani insan sahip oldukça hep daha fazlası ister ya hani doyma hissiyatı körelir ya işte bu yüzden aşk hikâyelerinin sonları hep ayrılıktır ya…
İşte bu yüzden her zaman olduğu gibi sen de ve ben de aynı son için yeni bir hikâyenin başlangıcı,
bitmek için yaşanan içsel sancıya m e r h a b a diyoruz…
Arkadaşlığa, dostluğa, belki kısa metrajlı sevgililiğe...